29 Şubat 2008 Cuma

GEÇMİŞ


Geçmiş yaşamımda birçok hata yaptım.Bunlar için pişmanlıklar duyabiliyorum çoğu zaman...Yanlış kararlar verip kayıplara ugradığımız,hoyratça harcadığımız zaman bir gün bir de bakmışız hayat yanımızdan geçip gidiyor.Paniğe kapılıyorum ve bir çare aramaya başlıyorum.Dostlarımla konuşmayı deniyorum,beni teselli ve yardım etmeye derdimi unutturmaya çalışıyorlar.Ama hiçbiri kar etmiyor.Kendimi çok çaresiz ve mutsuz hissediyorum.Her türlü bedele razı oluyor insan... hayattan bir şans daha istiyorum geçmiş pişmanlıklarımı yaşamamak için,ama hayatta bedel olarak yaşadığım tüm deneyimlerimi istiyor benden...deneyimlerim olmadan aynı hatalar,üzüntüler tekrarlanacak.Santayana'nın bir sözü aklıma geliyor"Geçmişi unutmaya çalışan ve hatırlamayanlar,onu bir kez daha yaşamak zorunda kalırlar." bu içsel deneyim beni hatalardan kaçmak yerine yüzleşmemi sağladı.
Devamını okuyun...>>

Read more...

28 Şubat 2008 Perşembe

ÖYLE SEVMELİSİN Kİ...


Seninle yaşlanmak istiyorum. Seneler geçsin, sen beni bil, ben seni bileyım istiyorum. Benim olduğu kadar dostlarının, dostlarının olduğu kadar benim ol istiyorum. Nice sıkıntı ve zorluk yaşayıp anlatalım.

Yaşayalım kı, öğrenelim hayatı ve destek çıkmayı. Birbirimizin omuzlarında ağlamalıyız. Sen çok dertlenip, içip, arkadaşlarınla eve gelmelisin. Paylaşmalı ve beraber sıkılmalıyız. Öyle ki, yalnız sıkılmak sıkmalı bizi.

Yaşayalım ki, paramız olunca sevinelim. Güzel günlerimizi, evimizde, bır şişe şarap ve pijamalarımızla kutlamalıyız. Ya da bazen dostlarla ucuz biralar içerek... Böylece yaşamalıyız işte.

Sonra çocuğumuz olmalı, düşünsene, senin ve benim olan bir canlı. Geceleri ağladıkça sırayla susturmalıyız. Sen arada mızıkçılık yapmalısın. Ve ben söylenerek sıranı almalıyım. Yorgun olduğum için yemek yapmamalıyım, söylenerek yumurta kırmalısın. Hava soğukken birbirimize sıkıca sarılıp yatmalıyız.

Zaman su gibi akıp giderken, herşey yaşanmış bir hayatımız olmalı. Herşeye rağmen hiç bıkmamalıyız birbirimizden. Mutlu da olsa, kötü de olsa, yaşadığımız günler bizim günlerimiz olmalı. Saçlara düşünce aklar ya da gidince aklar, çocukları güvence altına alıp gitmeli bu şehırden.

Kavgasız, her sabah gürültüyle uyanılmayan, sessiz bir yere gitmeliyiz. Geceleri balkonda denizi seyredip, sandalyelerimizde sallanmalıyız. Eve gelip, benden kahve istemelisin. Çocuklar gelmeli zıyaretimize, geçmışteki hareketli günlerimizi anımsamalıyız...

Öyle sevmelisin ki beni, bu yazdıklarım korkutmamalı seni. Tebessümler açtırmalı yüzünde. Bir gün bu hayatı bırakıp giderken, sadece mutluluk olmalı yüzümüzde, birbirimizi sevmenin gururu olmalı herşeyde...
Devamını okuyun...>>

Read more...

17 Şubat 2008 Pazar

DEDE VE TORUN

DEDE BAHÇEDE OYNAYAN TORUNUNU İZLER.
TORUNU BAHÇEDE KAZMA KÜREK OYNARKEN Bİ DELİĞİN İÇİN DE SOLUCAN
BULUR ÇEKİP ÇIKARIR SOLUCANI O SIRA DEDESİ BUNU FARK EDER VE TORUNUN
ZEKİLİĞİNİ OLÇMEK İÇİN YANINA GİDİP
- "O SOLUCANI TEKRAR DELİĞE SOKABİLİRMİSİN" DER.
TORUNU:
- "EVET DEDE" DER.
DEDENİN SURATINDA HAFİF Bİ TEBESSÜMLE:
- "SEN ONU TEKRAR DELİĞE SOK BENDEN SANA 10 LİRA " DER.
ÇOCUK İÇERİ ANNESİNİN ODASINA KOŞAR SAÇ SPREYİNİ KAPTIĞI GİBİ
SOLUCANA SIKMAYA BAŞLAR SOLUCAN KALEM GİBİ DÜZLEŞİR.
GERİ BAHÇEYE DÖNER VE AYNEN ÇIKARDIĞI GİBİ DELİĞE SOKAR DEDE
ŞAŞKIN ŞAŞKIN 10 LİRAYI TORUNUNA VERİR..
ERTESİ GÜN ÇOCUK GENE BAHÇEDE OYNAR BU SEFER NİNESİ YANINA GELİR
ÇOCUĞUN ELİNE 20 LİRA SIKIŞTIRIR VE:
- "SEN DEDENE NELER ÖĞRETMİŞİN ÖYLE" DER...
Devamını okuyun...>>

Read more...

GELECEĞİNİ BİLİYORDUM!


Savaşın en kanlı günlerinden biriydi. Asker en iyi
arkadaşının az ileride, kanlar icinde yere düştüğünü
gördü. insanın başını bir saniye siperden
çıkaramayacağı gibi
bir ateş altındaydılar. Asker teğmenine koştu hemen:
- Komutanım, bir koşu arkadaşımı alıp geleyim mi?
"Delirdin mi?" der gibi baktı teğmen...
- Gitmeğe değmez oglum, arkadasın delik deşik olmuş.
Büyük olasılıkla ölmüştür bile. Kendi hayatini da
tehlikeye atma sakin!
Ama asker o kadar ısrar etti ki, teğmen izin vermek
zorunda kaldı.
- Peki, dene bakalım!
Asker yoğun ateş altında fırladı siperden ve mucize
eseri,
arkadaşının yanına kadar gitti, yaralı arkadaşını
sırtlandığı gibi taşıdı.
Birlikte siperin içine yuvarlandılar. Teğmen
koşup yaralıya bir göz attı ve nefes nefese bir
kenara yıkılmış askere döndü:
- Sana hayatını tehlikeye atmaya değmez, dememiş
miydim!
Bu zaten ölmüş...
-Değdi Komutanim, değdi! dedi asker.
- Nasil değdi, arkadaşın zaten ölmüş, görmüyor musun?
- Gene de değdi komutanım, çünkü yanına vardığımda
henüz yaşıyordu...
Ve onun son sözlerini duymak, dünyalara bedeldi benim
için...
Ve, hıçkırarak, arkadaşının son sözlerini
tekrarladı:
"Geleceğini biliyordum!"

Kalbimizde "arkadaşlık" denilen bir mucize var. Nasıl
olduğunu,nasıl basladığını bilemezsiniz. Ama
bunun ozel bir armağan
olduğunu,Allah'ın bir lütfu olduğunu bilirsiniz.
Gerçekten de arkadaşlar nadide mücevherlerdir.
Yüzünüzü güldürüp, başarmanız için cesaret verirler.
Sizi dinlerler ve kalplerini acmaya hazırdırlar.
Sevdikleriniz ve arkadaşlarınız her daim yanınızda olması dileğiyle....
Devamını okuyun...>>

Read more...

KADER

Üç adam cennetin kapısında sorgu meleğinin karşısında duruyormuş
(doğal olarak yeni ölmüş adamlar bunlar).
İlk adama nasıl öldüğünü sormuş melek.Adam anlatmış: Uzun süredir karımın beni aldattığından şüpheleniyordum.İş seyahatine gitme bahanes$iyle evden çıktım ve 2 saat sonra haber vermeden döndüm. Karım çıplaktı ve banyodan yeni çıktığını söyledi ama ben ona inanmadım çünkü saçları kuruydu. Hırsla evi aramaya başladım, kimse yoktu,fakat yatak odasının penceresinde iki el gördüm. Yarı çıplak ter içinde bir adamdı bu.. Ellerine vurarak onu aşağı düşürdüm ama çok şanslıymış, çiçek tarhının üzerine düştü ve ölmedi.Bende buzdolabını üzerine attım.Adam öldü ama bende kalp krizi geçirdim.Sıra ikinci adamdaymış: Şortumu giymiş evimde günlük sporumu yapıyordum.Koşu bandını fazla hızlandırmış olmalıyım, birden şerit koptu ve beni üzerinden fırlattı,pencereden dışarı uçtum. Neyse ki alt katın penceresine tutunabildim. Ama manyağın biri beni ellerime vurarak aşağı düşürdü.Neyse ki çiçeklerin üzerine düşüp kurtuldum ama sapık herif bu sefer de üzerime buzdolabını attı ve burdayım işte...Sıra üçüncü adamdaymış:"Ben buzdolabının içinde çıplak bir şekilde bekliyordum, kendimi burada buldum."
Devamını okuyun...>>

Read more...

AŞK NEDİR....




*Aşk, iyi geceler öpücügünü uzun tutmaktır. Beklentidir.

* Aşk,bir saygıdır, zaaflarınız olduğunu ortaya çıkarır. Kabullenmektir.

* Aşk, şimdi zamanı değil diye beklemeyi bilmektir. Sabırdır.

* Aşk, saçlarda başlayıp topuklarda biten bir gezintidir. Keşiftir.

* Aşk, Sevişelim demeden sevişmek, yanindakinin ne istedigini bilmektir.Anlaşmaktır.

* Aşk, bağlandıgını sandığında, karşındakine hayır deme şansını tanımaktır.

* Aşk,inceliktir, korumaktır. Sorumluluktur.

* Aşk, ciddi bir tokalaşmayı kıkırdamaya dönüştürmektir..Mizahtır.

* Aşk, durma yoksa seni öldürürüm lafını duymaktır.Şehvettir.

* Aşk, evinizdeki her seyin yerinin değiştirilmesini kabullenmektir. Teslimiyettir.

* Aşk, sevgilinizin ne olduğunu bütün çıplaklıgıyla görmektir.Gerçektir.

* Aşk, saatin kaç olduğunu bilip aldırmamaktır. Neşedir.

* Aşk, sizi kucaklayan kolların, gittikçe daha çok sarılmasıdır.Mutluluktur.

* Aşk, tanıdıgınızı zannettiginiz insanın yeni yanlarını keşfetmektir. Tazeliktir.

* Aşk, uyandığınızda rüyanızı yanınızda bulmanızdır. Düşlerin gerçek olmasıdır.

* Aşk, kocaman yatagın üçte birine sıkışmaktır. Yakınlıktır.

* Aşk, evin anahtarıdan anahtarcıda bir kopya daha yaptırmaktır. Güvendir.

* Aşk, hosçakal dedikten sonra tekrar karşilaşacağını bilmektir.Kaderdir.

* Aşk, gerindiginde sızlayan vücut lafının anlamını bilmektir. Derstir.

* Aşk, ecza dolabını açtıgında, dişmacunu kapagını kapatılmamış bulmaktır. Uyumdur.

* Aşk, pencereden dısarıya baktıgında kiminle olduğunu hatırlamaktır. Düsüncedir.

* Aşk, asla anlatılmayacak hikayelerdir. Özeldir.

* Aşk, cennetle cehennem arası işleyen trende bir mevsimlik bilettir.

* Aşk, iki yalnızlığın birbirine dokunması, birbirini koruması ve selamlamasıdır
Devamını okuyun...>>

Read more...

ATEŞ DÜNYADAN GİDİYOR

Abbasi'lerin ünlü halifesi Harun Reşid zamanında yaşamış olan Behlül Dana (VIII. yüzyıl) dönemin evliyasındandı. Zaman zaman aklından zoru olan kimselere has tavırlar takınır, herkes de bundan dolayı kendisini deli sanırdı. Ama bunu maksatlı yapardı. Behlül daima Harun Rediş'in yakınında bulunur, çeşitli sebepler hasıl ederek onu uyarırdı. Bir gün Behlül, üstü başı toz toprak içinde uzun bir yolculukan gelmiş olmanın belirtileri ile Harun Reşid'in huzuruna çıktı. Harun Reşid sordu:

- Be ne hal Behlül, nereden geliyorsun?

- Cehennemden geliyorum ey hükümdar.

- Ne işin vardı cehennemde?

- Ateş lazım oldu da ateş almaya gittim.

- Peki, getirdin mi bari?

- Hayır efendim getiremedim. Cehennemin bekçileriyle görüştüm, onlar "Sanıldığı gibi burada ateş bulunmaz, ateşi herkes dünyadan kendisi getirir" dediler.
Devamını okuyun...>>

Read more...

15 Şubat 2008 Cuma

SEVMEKTEN VAZGEÇMEYİN


Hintli bir adam suda bata çıka ilerlemeye çalışan bir akrep görür. Onu kurtarmaya karar verir ve parmağını uzatır ama akrep onu sokar.

Hintli tekrar akrebi sudan kurtarmaya çalışır ama akrep onu tekrar sokar.

Yakınlardaki başka birisi ona, onu sürekli sokmaya çalışan akrebi kurtarmaya çalışmaktan vazgeçmesini söyler. Ama Hintli adam şöyle der:

'Sokmak akrebin doğasında vardır. Benim doğamda ise sevmek var. Neden sokmak akrebin doğasında var diye kendi doğamda olan sevmekten vazgeçeyim?'

Etrafınızdaki akrepler sizi soksalar da,sevmekten vageçmeyelim...
Devamını okuyun...>>

Read more...

14 Şubat 2008 Perşembe

AŞKIN VAROLUŞ


Onu hatırladıkça başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz...
Ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla O hüzünden bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz... ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin...
Onunlayken pervaneleşen yelkovanlar, O’nsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain...
sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor, Ondan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa,
ve O, her durduğunuz yerde duruyor, her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp, hüzünlendikçe ağlıyorsa...
dünyanın en güzel yeri Onun yaşadığı yer, en güzel kokusu bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse...
hayat Onunla güzel ve onsuz müptezelse...
elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü, Onun yüzü pembeyse,
kışlar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar...
her şiirde anlatılan Oysa... her filmin kahramanı O... her roman Ondan söz ediyor, her çiçek Onu açıyorsa...
bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa,
iştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa...
iştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa...
eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla ha bire Onu tuşluyor, dara düştüğünüzde kapıyı çalanın O olduğunu adınız gibi biliyorsanız...
mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona O diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi Ona yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken "keşke O anlatsa" diye iç geçiriyorsanız...
kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü...
özlemi, sol memenizin altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu...
hem kimseler duymasın, hem cümlealem bilsin istiyorsanız...
Onsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse...
ayrılık ölüme, vuslat sehere denkse...
gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de;
bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep Onun yüzü suyu hürmetine...
uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa...
dışarıda yer yerinden oynuyor ve "içeri"de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa,
nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsanız ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız...
kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk, gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim...
gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı, bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa...
Her gidişte ayaklarınız "Geri dön" diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız, sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla...
Sevgiyi eyleme dönüştürüp her daim aşkı içimizde yaşamalı ve yaşatmalı
Can Dündarın eline,aklına,gönlüne saglık aşkı bu kadar güzel tanımlar.
Devamını okuyun...>>

Read more...

ZAMAN KAVRAMI



Günlük hayatımızda sıkça kullandığımız bir kavram vardır;
Zaman kavramı….
Zamanım yok deriz,…şimdi zamanı değil deriz…
Peki nedir zaman kavramı ? Nasıl oluşur ? Hiç düşündünüz mü ?
Zaman kavramı; günlük hayatımızda yaptığımız şeylerin hafızamızda bıraktığı izler ile oluşur.mesela; sabah kahvaltı ettiğimiz anda yeni bir güne başladığımızı, akşam yatağa girdiğimizde ise, bir gün geçtiğini anlarız. Eğer hafta sonu bir yere gitmeyi planlamışsak, planladığımızı yaparken bir hafta geçmiş olduğu kafamızda zaman mefhumu olarak yer eder. Anılarımız ve kafamızda bıraktığı izler, bizim zaman kavramını algılamamızı sağlar…. İşte bu yüzdendir ki, ileriki yaşlarda beyin adını verdiğimiz hard disk bu anılar ile dolduğunda, disk hataları almaya yani unutkanlıklara başlar insanoğlu. Çünkü artık disk dolmuştur… yeni anı kaydedecek yer kalmamıştır disk üzerinde…önce isimleri unutmaya başlarız, sonra yüzleri,…sonra tuvaletten çıkınca fermuarı kapatmayı ve daha sonrada girince açmayı unuturuz.

Zaman dedigimiz işte bu dişlilerle beraber bizim haytımızı yönetmekte ve esir etmekte...
Bilim adamları beş kişiyi bir odaya kapatmışlar ve pencereden güneşin doğuşunu ve batışını filim olarak oynatmışlar…. Defalarca… üç gün bu işlemi tekrarlamışlar. Ve üç günün sonunda o insanlara burada kaç gün kaldınız diye sorulduğunda; kimi; bir hafta, kimi ise bir ay diye cevap vermiş…
Güneşin doğuşu ve batışı ve batışı bizim hafızamızda zaman kavramını oluşturan en önemli faktördür. Düşünün… uzaydasınız… doğan yada batan bir güneş yok….zamanı algılayabilmeniz için zaman gösteren bir alete, bir saate ihtiyaç duyarsınız….çünkü zaman, Einstein’ında dediği gibi izafi bir kavramdır…
Devamını okuyun...>>

Read more...

13 Şubat 2008 Çarşamba

PAPATYA



Koskoca bir bahçede demetler içinde bir papatya. Aşık olmuş, yanmış, tutuşmuş ak sakallı bahçıvana...
Bir ümit bekliyormuş. Yüzlerce çiçeğin arasından Onunla, sadece onunla saatlerce ilgilenmesini.
Buz gibi suyunu Sadece ona döksün istiyormuş... Sadece ona değsin makası, sadece ona gülsün dudakları.
Kıskanıyormuş bahçıvanı kırmızı güllerden, Sarı lalelerden, mor menekşelerden.
Papatya, sadece bahçıvan için açıyormuş, Bembeyaz yapraklarını...

Bir gün, Aşkı öyle büyümüş ki, Papatya yapraklarını taşıyamaz olmuş.
Eğilivermiş boynu. Toprağa bakıyormuş artık. Bahçıvanın sadece sesini duyuyormuş
Ayaklarını görüyormuş. Bunada sükür diyormus. Yetiyormuş ona, bahçıvanın varlığını hissetmek.
Zaman akıp gidiyormuş. Papatya bahçıvanın yüzünü görmeyeli çok olmuş.
Ne var sanki boynumu kaldırsa Bi kerecik daha görsem yüzünü diyormuş.
Yanıp tutuşuyormuş...

Ve işte bir gün.. Bahçıvan papatyaya doğru yaklaşmış. İncecik bedenini ellerinin arasına almış.
Elindeki sopayı, köklerinin yanına, toprağa sokmuş Bir iple papatyanın gövdesini bağlayıvermiş sopaya.
Papatya o an daha çok sevmiş bahçıvanı. Hâlâ göremiyormuş onu, Ama bedeni kurtulmuş. Uzun bir müddet sonra,
Bahçıvan uğramaz olmuş bahçeye. Gelen giden yokmuş... Kahrından ölecekmiş papatya.
Ama işte bir sabah, Hortumdan akan suyun sesiyle uyanmış. Derin bir oh çekmiş.
Çılgıncasına sevdiği bahçıvan geri gelmiş. Birden, kendisine doğru gelen iki ayak görmüş.
Bu onun delicesine sevdiği bahçıvan değilmiş. Başka birisiymiş. Adamın elinde bir de makas varmış.
Papatyanın kafasını kaldırmış yukarıya doğru Ne güzel açmışsın sen öyle demiş.
Bu gencecik, yakışıklı bir delikanlıymış. Gözleri gök mavisi, saçları güneş sarısıymış...
Ama gövden seni taşımıyor demiş. Elindeki makası papatyanın boynuna doğru uzatmış
Ve bir hamlede başını gövdesinden ayırmış.

Papatya yere düşerken hatırlamış sevdiğini, O ak saçlı, ak sakallı, yaşlımı yaşlı bahçıvanı hatırlamış.
Bir de o gencecik, yakışıklı delikanlıyı düşünmüş, Ve o an anlamış, neden o yaşlı bahçıvanı sevdiğini.
O, her şeye rağmen, papatyaya emek vermiş. Belki, ona hiç bir zaman güzel olduğunu söylememiş,
Ama onu asluında hep sevmiş. Papatya anlamış artık. Sevgi; emek istermiş...
Yere düştüğünde son bir kez düşünmüş sevdiğini, Teşekkür etmiş ona içinden..
Son yaprağı da kuruduğunda, Biliyormuş artık...
Gerçek sevginin, kaybedildiği zaman verilen değerinin kıymetinin emegin önemini anlıyoruz haydi kaybetmeden ellerimizin arasından kaymadan,kaybetmeden sevginin peşinden koşalım sonra çok geç kalmış olabiliriz.
Devamını okuyun...>>

Read more...
Writing Blogs - Blog Catalog Blog Directory

  © Blogger templates ProBlogger Template by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP